Arkadaşlar,
Herhangi bir müşterinin satın aldığı mal ya da hizmetin nicelik ve nitelik olarak vaat edilene, sipariş edilene, satın alma şartnamesine, ihale dosyasına, vb. uygunluğunu denetlemesi en doğal, en sıradan bir gerekliliktir. Bunda hiç kimsenin bir şüphesi, itirazı olamaz.
Sorun şurada; Satıcı kendi ihtiyarı ve iktidarı içerisinde olan nicel ve nitel uygunluğu sağlamakla yükümlü iken, alıcı da satın aldığını amacına ve kullanım şekil ve şartlarına uygun olarak kullanmakla mezundur. Elektrik süpürgesinin borusuyla halı dövmeye kalkar ve boruyu sakatlarsanız bu konuda satıcıya rücu edemezsiniz. Bizim alanımızda ortaya çıkan sıkıntı devletin, yani müşterinin vekilinin, satın almaya niyetlendiği hizmetin şekil ve evsafını keyfine göre tadile ve satış sözleşmesini müteaddit kereler tek taraflı olarak değiştirmeye yeltenmesinden kaynaklanmaktadır.
Sonuçta ÖERM'leri Özel Öğretim Kurumlarıdır ve pek çok konu bakımından da Özel Öğretim Kurumları yönetmeliğine tabidirler. Bir veli (müşteri) bir özel öğretim kurumuna çocuğunu kaydettirdiğinde, kurum ona belirli bir süre (öğretim yılı) için çocuğunun okuyacağı sınıfta bir öğretmen bulundurmayı, oturacağı bir sıra sağlamayı, ölçme ve değerlendirme süreçlerinde nesnel, bilimsel yöntemlere yaslanan bir geri bildirimde bulunmayı taahhüt eder ve bu taahhüdü karşılığında da bu taahhüdün yarattığı maliyet ve kendi kar payından oluşan bir ücreti talep eder. Veli ve öğretim kurumu arasında ki sözleşme sürdüğü sürece ( çocuk kuruma kayıtlı oldukça) veli üzerinde anlaşılan tutarları ödemeye mezundur. Sonuçta bu kurumlar birer hayrat olmadıkları, ticari sürdürülebilirlikleri ticaret usul ve esaslarına uymaya bağlı olduğu için tüm bu anlatılan süreçlerde olağan dışı bir durum algısı oluşmaz.
Gelin görün ki, konu özel eğitim hizmeti olunca, müşteri adına ödeme yapıyor olan müşteri vekili, aynı durumu gayri ahlaki bir hırsızlık olarak algılamaya eğilimlidir. Satıcının, çocuğun kaydını yapabilmek için üstlendiği maliyet yok sayılır, satıcının ihtiyarında ve iktidarında olmayan devam, devamsızlık meselesinin sorumluluğu kuruma yıkılır, kurum devamsız öğrencinin hakkını yağmalayan bir hırsız derekesine tenzil olunur ve bu tutum vatanperverlik, hakperestlik, adaletlilik vb. cinsten yüksek pek çok sıfat ile taltif olunur. Acaiplik budur!
Kendi çalıştırdığı öğretim kurumlarında devamsızlık OECD rekorları kırar, en azından üst ve orta düzey yöneticilerin maaşlarında bir eksilme yaratmaz, sınıfta ders veren öğretmenin ders ücretlerinden tenzil olunmaz, ancak engelli ve sağlık sorunları frekansı diğerlerinin bir kaç misli olan bireylerin devamsızlığının tüm yükünü kurumların üstlenmesi istenilir. Bu da adaletlilik olur!
Temelde sorunun esası bu alanın gerçek bir pazar olmamasıdır. Bu hizmetin ayırdında ve kendi gereksinimlerinin farkında olmayan müşterilerin (velilerin) pazara envai tür saikle (kamusal ve kurumlara bağlı saikler bunlar) çekilmiş olması ve aldığı hizmetin nicelik ve nitelik denetimini sağlayabilecek, rasyonel davranan bir müşteri kitlesi oluşturamamasıdır.
Çözüm şudur; devlet, kamu, herhangi bir hizmeti özel olarak seçip sübvanse etmekten tümüyle vaz geçmeli, oluşan tüm kaynakları yurttaşlarının yokluk ve yoksulluğunu izale etmeye sarf etmeli, bu şekilde imkan sahibi kılınacak, cebinde eğer ihtiyacı varsa özel eğitim için dahi harcayacak parası olan GERÇEK MÜŞTERİ (VELİ) pazara gelip beğendiği yerden, beğendiği kadarını, beğendiği fiyattan temin edebilmelidir. O zaman ne kontör kalır, ne geleni geçeni dıtlamak mecburiyeti, ne yaratılan ucube manzaranın insan hak ve onuruna ne ölçüde uyumlu olduğu tartışmaları.
Gerçek müşterinin ve onun rasyonel tercihlerinin olmadığı yerde, onun yapamadığı denetimi yapmak için biz daha bir milyon yıl tartışabilir, birbirimizi olur olmaz sıfatla damgalayabilir, dövebilir, onursuzlaştırabilir, ötekileştirebiliriz. Ancak inanın bana, kayıkçı dövüşü bittiğinde yine bir parmak dahi yol almamış oluruz.
Kamunun anayasal görevi tüm yurttaşlara insani yaşam şartlarını sağlamak, insan hak ve hürriyetleri ile insanlık onurunu korumaktır. Kamu bu görevini yerine getirsin yeter, bakın o zaman gerçek yurttaş olan, gerçek müşteriler, gerçek pazarlara indiğinde ne hile bırakırlar, ne de hurda.. Her şey kısa zamanda olması gerektiği her ne ise ona rücu eder, su yolunu kendiliğinden bulur. Kamu bu görevini yapmak yerine, kendisini zenginliğin yeniden dağıtımının basit bir aracı derekesine tenzil ettiğinde ise hiç bir denetim pazara sulh ve sükun getirmez. Sikkenin ayarını namusu sayan sultanların pazarında terazide hile olmaz, ahiler de pazara çürük çarık malı sokmaz! Sikkenin ayarını bozan sultanların pazarında ise işe yarayacak bir demet nane dahi bulunmaz, bereket olmaz!
Şimdi hepimizin, gerçek yurttaşlar olarak, dönüp kamuya anayasal yükümlülüklerini hatırlatmak ve üstenci, hoyrat bir eda ve kalın bir sopa ile bizi terbiyeye yeltenmeden önce kendi görevlerini ne ölçüde hallettiğini, aldığı maaş, yolluk, tazminat vb.'ni ne kadar hak ettiğini sormamız gerekiyor. Hani artık nasıl olsa tahakküm eden değil hizmet eden bir kamu idaresi kurduk ya, en temel görevlerinden başlayarak nerede, ne ile meşgul bulunduklarının hesabını tutmaya başlasak fena olmaz!
Sabırlar ve selametler niyazıyla,