Hoş geldiniz, Ziyaretçi
Kullanııcı Adı: Şifre: Beni hatırla
Forum kuralları dahilinde bulunan her konuda yazışabilirsiniz.

BAŞLIK: SİSTEME ALTERNATİF

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 02:30 #17

  • barisltd
  • barisltd Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Platin Uye
  • Cats bite!
  • Gönderiler: 2509
  • Teşekkür Sayısı: 2514
  • Başarı: 10
Geçtiğimiz günlerde ben de damar tanıma alternatifi olarak çeşitli çözüm önerilerini dile getirdiğim uzunca bir yazı koymuştum foruma... Ancak nedendir bilmiyorum, ertesi gün yazı forumdan kaldırılmış.

Sanıyorum sizin yazınızın da akıbeti benzer oldu...

Öncelikle, bazı doğru tespitlerinizin yanı sıra hiç katılmadığım fikirleriniz de olduğunu belirtmeliyim. Ancak, tek tek fikirler üstünde durmadan önce genel bir yanlış veya eleştiriyi dile getirmek ve bir de sorunun çözüm yolunun "ulaşılabilir" olup olmadığını irdelemek istiyorum.

Sondan başlayacak olursak:

1. Çözüm yolu ulaşılabilir mi? Bence değil!

Karşımızda bir kamu kuruluşu var. Bu kamu kuruluşunun algısı "her engelliye tanesi 5 kuruştan elma alır, bir tane veririm" mantığı üstüne kurulmuş. Bu algı ortadan kalkmadıkça, getirilen her öneri elmanın tanesinin 5 kuruş olması gerektiği ve adam başına 1 tane verilmesinin şart olduğu noktasına gelir takılır. Nitekim yaşadığımız sorunların temelinde yatan budur.

2. Çözüm önerileri üstünde tartışırken, öncelikle bunun dayanacağı temel prensipin seçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tamam, şimdi uygulanabilir, sürdürülebilir, denetlenebilir bir sistem kuralım da... öncelikle başlangıç noktası olarak nereyi alacağımıza karar verelim.

Mevcut sistemimiz "taşeron" sistemidir. Yaptiğimiz işin
- Niteliği
- Niceliği
- Şartları
- Gereksinimleri
- Ücreti
- Çalışma koşulları

vs. vs hepsi idare tarafından tespit ve tebliğ edilmektedir.

Bunun alternatifi ise "özel sektör" sistemidir.

Burada kısa bir ara verip sevgili İsmail arkadaşımı düzeltmek istiyorum. Bizim kullandığımız sistem Avrupa'ya özgü değildir, doğru! Ama Türkiye'ye de özel değildir. Esasen biz Amerikan sistemini alıp ülkemize uyarladık. Ve bunu yaparken belki de onlardan daha kısıtlı kaynaklarla daha büyük bir başarı gösterdik. Ama sistemin yaratıcısı olduğumuzu söylemek biraz iddialı olur. :)

Her neyse; Özel Sektör sistemi dediğimizde her şeyi baştan almamız gerekiyor. Bana göre, biraz ondan, biraz bundan sistemi hiç bir şekilde bizi çözüme ulaştırmayacak, sadece başka sorunlara yol açacaktır. Bunu biraz daha netleştirmek gerekirse; önerileriniz arasında yer alan "devlet çocuk başına şu kadar versin" ile "aylık şu kadar seans ders verilsin, verildiği kadarı fatura edilsin" gibi öneriler farklı sistemlerin melezidir.

Bu noktada;

ÖZEL SEKTÖR OLMAK NE DEMEKTİR? sorusu karşımıza çıkıyor. Özel sektör olmak, ne kadar hizmeti, ne şekilde, hangi şartlarda, hangi fiyatlarla, hangi kriterlerle vereceğinizi kendinizin belirlemesi demektir.

Bunun anlamı "denetimsizlik veya sınırsız özgürlük" değildir. Örneğin her iş yerinin sağlaması gereken yangın önlemleri vardır. Her iş yerinin dikkate alması gereken "erişilebilirlik" kriterleri vardır. Bunlar gibi, bu işi yapan özel sektör kurumlarının da ÇERÇEVE çalışma prensipleri yine devletçe belirlenir. Ancak bunun içi, işi yapan kurumlarca doldurulur.

Sektördeki eski arkadaşlar hatırlayacaktır. SHÇEK döneminde bir çerçeve yönetmelik vardı ve tüm kurumlar kendi iç hizmet yönetmeliğini hazırlar, SHÇEK'e onaylatırdı. Yani neyi nasıl yapacağına kurumun kendisi karar verir, SHÇEK bunun çerçeveye uygun olup olmadığına onay verirdi. Örneğin "tatil günlerindeki derslerin telafisi ..... şeklinde yapılır" yazarsanız öyle yapmakla mükelleftiniz. Kimse size telafileri şöyle yapacaksınız demezdi.

Devam edecek olursak; Bir çerçeve içerisinde, özel sektör olarak çalışacak kurumların tümüne aynı kalitede "bir elma" için "5 kuruş" ödendiği sürece ÖZEL SEKTÖR olamazsınız. Çünkü özel sektör REKABET, ARZ/TALEP ve SERBEST PİYASA demektir. Tek fiyat ve tek ürünün olduğu şeye TEKEL denilir. Bizlerde şu anda bu TEKEL'in taşeronlarından ibaretiz.

Bu tekel kırılmadan, yapılacak tüm iyi niyetli öneri ve girişimlerin hepsinin aynı yere gelip tökezleyeceği kanısındayım. Eninde sonunda bir rekabet ve arz-talep ekseninden uzaklaşıp "nitelik ve niceliğin kontrol altında tutulması" yani "agresif, acımasız denetim" arzusuna yenik düşecektir.

**************

Bu kadar boş laftan sonra; belli bir çözüm alternatifi üzerine tartışmadan önce, temel dayanak noktasının seçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, benim önerdiğim şekliyle "serbest fiyat" ama sabit destek sistemiyle devletin zaten "seans sayısı, el taraması, haftalık dengeli dağılım" vs. gibi absürtlükleri denetlemesine gerek olmaz. Devlet elma başına 5 kuruş verecekse yine verir. İsteyen 25 kuruşluk elma alır, üstünü kendi tamamlar, isteyen 5 tanesi 5 kuruştan 5 elma alır.

************

Maddeler üstünden gidersek yazacaklarım çok uzayacak; O yüzden yeri geldikçe değinelim. Ancak bir kaç husus var ki bahsetmeden edemeyeceğim. Örneğin çocukların kurum değiştirmesinin önüne geçilmesi!!

Bu kesinlikle katılmadığım ve kapalı ekonomilerin bundan 50 yıl önce uyguladığı bir modeldir. Bunun anlamı "piyasada sadece xxzz özellikli televizyon satılacak, başkasını alamaz, ithal edemez, üretemezsin" demeye benzer.

Kendinizi bir çocuk velisi yerine koyun. Bir kuruma başlamışsınız ama memnun değilsiniz... Daha iyi bir kurum bulmuşsunuz ama bir diğerine gidemiyorsunuz? Ne hissedersiniz? Bunun SGK'lıların başka hastaneye gidemediği dönemden ne farkı var? Bu haksız rekabeti önlemez, HAKLI REKABETİ önler!

Elbette her kurum rekabet içinde olacak, birbirinden çocuk kapmaya çalışacak. Özel sektörde bundan doğal ne olabilir? Bunları kurum kapısının önünde başka kurumun broşürleri dağıtılmış, çocuklarının evlerine tek tek telefon edilerek ayartılmaya çalışılmış, rapor yenileyen çocuğu hastaneden arabaya bindirilip başka kuruma götürülmüş ve benzeri her türlü rezilliği görmüş bir merkez kurucusu olarak yazıyorum.

Kendine güvenen rekabetten korkmaz.

Bir çocuğun eğitim hakkının başka çocuklara kullandırılması da etik bulmadığım bir yaklaşım. Kullanılmayan eğitimlerin kimlere, ne şekilde kullandırılacağı her daim sorun olacaktır.

***************

Üstünde düşünüp emek harcadığınız önerileriniz tartışmaya vesile olduğu için emeğinize teşekkür ederim. Ancak ben sunduğunuz önerilerin "ana çerçevesinin" bizi taşeronluktan kurtarmadığı, sadece kurumlara hareket edecek biraz alan açtığını düşünüyorum. Mevcut kamu anlayışıyla da, taşeronluk sistemi değişmedikçe bu hareket alanını bize kullandırmalarının mümkün olmadığı kanısındayım.

Daha üstünde tartışmaya devam ederiz. Şimdilik bu kadar. :)
It is better to be hated for what you are than to be loved for what you are not.
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.
Şu kullanıcı(lar) Teşekkür etti: etik, ozal24 ve bu kullanıcının diğerlerinden 1 teşekkürü var

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 02:41 #18

  • barisltd
  • barisltd Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Platin Uye
  • Cats bite!
  • Gönderiler: 2509
  • Teşekkür Sayısı: 2514
  • Başarı: 10
experr yazan:
Çözüm basit özel eğitime düzenli olarak devam etmeyen bireyin maaşını bezini ve tüm yardımlarını en alt limitten yaparım

Benim velilerimin %99'u ve yardım, ne maaş, ne bez parası, ne başka bir şey almıyor. Onlar ne olacak? :) :)

Bir şey önerdiğinizde sadece belli bir kesimi değil, herkesi kapsayacak nitelikte olmalı. Kaldı ki, bir hakkın kullanımını başka haklarının kullanımına endekslemek doğru bir yöntem değildir.
It is better to be hated for what you are than to be loved for what you are not.
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.
Şu kullanıcı(lar) Teşekkür etti: egemenege

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 03:56 #19

  • egemenege
  • egemenege Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Platin Uye
  • Gönderiler: 482
  • Teşekkür Sayısı: 380
  • Başarı: 4
uzun bir süredir çuvaldızı kendimize batırıyoruz...

tanıma sistemi bize şunu gösterdi, kurumların, nedeni ne olursa olsun yüzde 10-yüzde 30-35 aralığında zararı olacağı...

tersten bakalım; kurumlar yüzde 90-yüzde 65-70 aralığında hangi sistem gelirse gelsin "hak ettiğini" kazanıyor...

yani MEB taşı sıksa yüzde 35 civarında "usulsüz ödeme" yapıldığını öngörüyor... bence pilot illler "ödenek ortalaması" bize bir çok veri sunabilir...

tartışmayı, felsefik bir düzlemden, engelli haklarına, eğitim sistemimizden, ödeme usullerine bir çok yapısal açıdan değerlendirebiliriz. dünyanın bütünlüğünden ayırt etmek mümkün olmazsa bile, bu başlıkları bir kenara bırakarak, yukarıda ifade etmeye çalıştığım "teknik" açıdan bakalım...

ortalama olarak yüzde 65 i doğru "hakkedişe" sahip bir sektör var ortada... yani bu garip yapıda bile verdiğiniz ödeneğin ortalama olarak yüzde 65 i doğru yere gidiyor...

yani "en kötü olasılıkla" yüzde 35 i haksız ödeme...

peki; sorulması gereken soru ne?

sorulması gereken soru ortada; bu yüzde 35 nereye ve neden gidiyor?

tüm bunları şunun için yazıyorum; bu yüzde 35 in ne kadarından var olan mevzuat, ve Resmi kurumların sorumluluğu vardır... bu "sorumluluğu" çözemeden; ÖERM'nin; bu yüzde 35 te, ne kadar "sorumlu" olduğunu çözemeyiz...

açıkçası; MEB Mevzuatsal, ve kendi kurumlarının işliyişsel sorunlarını çözmeden; kurumların ne kadar "haksız kazanç" sağladığını ortaya koyamaz. aynı şekilde kurumlarda; ortada söylendiği gibi bir "haksız kazanç sistemi" üzerine sağlıklı öneri yapamaz...

bir kurum sahibi olarak; mevzuat ve işleyişte MEB kendi üzerine düşeni yaptığında ancak; kendimi test edebilirim... bu mevzuat ve işleyişte kendimizi bile test edemediğimize inanıyorum...

evet; belki çuvaldız hakkeden bazı kurumlar vardır ama iğneden fazlasını hakkeden bir MEB te ortada durmaktadır...
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 04:23 #20

  • egemenege
  • egemenege Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Platin Uye
  • Gönderiler: 482
  • Teşekkür Sayısı: 380
  • Başarı: 4
bir ek daha yapayım; birinin bir kurumdan ayrılmasını zor kılmak, nasıl bir doğrudur...

belki çok kişi kızacak ama, bence kurumdan ayrılma çok basit hale getirilmelidir, hatta aynı ay içerisinde iki kurum bile verdiği seans kadar ödeme almalıdır...

soruna yanlış baktığımız sürece; bu tür "zorlama" tedbirler isteriz, yada daha önce ifade etmeye çalıştığım gibi; maaş kesintisi gibi hiç bir "gerçekliği" olmayan önlemler talep ederiz...

açıkçası; zorunlu seans ve eğitimci olmadan, Raporların; rapor bitiş tarihinden bir gün sonra doğrudan sistemimize düştüğü, haftalık ve aylık dağılımın olmadığı, makul bir telafi sisteminin olduğu vb. bir yapıda neler konuşurduk merak ediyorum?
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 08:16 #21

  • AliGalipDursen
  • AliGalipDursen Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Platin Uye
  • Gönderiler: 343
  • Teşekkür Sayısı: 655
  • Başarı: 16
Sayın barisltd'nin sözünü ettiği başlık forumda duruyor ancak gündemimizin hareketliliği içinde arkalara düşmüş. O başlıkta yazdıklarımı ilgisine binaen bu başlık altında da tekrarlamsk ve bir iki ek yaparak tartışmaya katılmak isterim.


Arkadaşlar,

Sayın barisltd'nin önerileri meyanında ben de bir, iki söz söylemek isterim.

Daha önce de pazar ekonomilerinde kamu (devlet) regülasyonu üzerine yazmış olduğum noktaları tekrar etmeyeceğim. Ancak konunun bağlamı gereği kimi hususları tekrara düşersem de beni mazur görün.

Kapitalist pazar ekonomilerinin ortaya çıkışı insanlık tarihinin epey uzun bir dönemini işgal eder. Trampa ekonomisinden global ölçekli pazara erişimimiz uzun, değişik mecra ve kanallardan akan bir nehrin denize varışı gibi düşünülebilir. Kapitalist pazar modeline ilk itirazlar sanayi sermayesinin ve şehirlerde sanayide çalışan bir proletaryanın tezahür ettiği dönemde ortaya çıkmıştır. Jean-Jaures'ten Marx-Engels'e, Lenin'den, Mao-Tze-Thung ve Castro'ya uzanan bir gelenek içinde değişik renk ve nüanslarla şekillenen bu itiraz 90'larda Avrupa'da Sosyalist sistemin çöküşü ve Çin'de cüce Theng'in "sosyalizm içinde serbet girişim" modelinin galebe çalmasıyla nihayet bulmuştur.

"Sosyalist" Çin'de içinde olmak üzere günümüzün bütün büyük ekonomilerinin ortak niteliği pazar ekonomileri olmalarıdır. İktisat derslerinin pedagojik modeli olmaktan başka bir faydası olmasa da sözü edilen olguya sıklıkla “serbest” nitelemesi de eklenerek isimlendirmek sıklıkla başvurduğumuz bir kullanım şeklidir. Oysa ki pazar ortaya çıkışından günümüze daima regülasyonların konusudur ve bu regülasyonların cesameti ve şekli her coğrafya ve kültürde farklı, farklı olabilir. Bilmemiz ve razı olmamız gereken şey bir pazara girdiğimizde onun tabi olduğu regülasyonlara uymamız gerekeceğidir.

Ülkemiz ta İzmir iktisat kongresi günlerinden bu yana ekonomik işleyiş modelini pazar üzerine kurmayı tercih etmiş ve bu seçimine uygun bir politik, sosyal, hukuksal, eğitsel çerçeve kurmaya yönelmiştir. Pazar mekaniklerinin denetleyici ve geliştirici unsurlarına yaslanan bir düzen tesisi umut edilmiştir. Pazarın denetleyiciliği ve geliştiriciliği aslında müşterinin seçimlerini rasyonel olarak yaptıkları kabulüne yaslanır. İki defa aynı satıcıdan kötü domates alırsanız üçüncüde başka bir satıcı ve başka bir domates türüne yönelirsiniz. Ne kadar kötü olursa olsun almaya devam etmeniz irrasyoneldir, müşteriden bu beklenemez.

Pazarın alıcı ve satıcı arasında oluşan ilişkinin ortamını sağladığı, pazara sunulan mal ya da hizmetlerle, bu mal ya da hizmetlere duyulan gereksinimin bir fonksiyonu olarak fiyatın ve kalitenin belirdiği kabul edilir. Kalite daima pazarın nicel doygunluğunun peşinden sirayet eder. Eğer alıcıların 50 kg domates ihtiyacı mevcut iken pazara sadece 5 kg domates arz edilebilmişse o zaman iyi kötü demeden bulduğunuzu satın almak zorundasınız demektir. Kötü bir ürünün pazarda alıcı bulabilmesi de ilk bakışta öyle gözükmese de rasyoneldir. Oysa ki 50 kg ihtiyaca karşılık pazara 70 kg domates arz edilirse tüketici doğal olarak en iyilerden başlayarak bir satın alma gerçekleştirir ve günün sonunda en kötü nitelikli 20 kg domates alıcı bulamadan pazarın dışına çıkmak (çöpe ya da başka pazarlara gönderilmek üzere depoya gitmek) zorunda kalır. Böylelikle anılan pazarın müşterileri kaliteli ve uygun fiyatlı domates yemiş olur.

Pazarın denetleyici işlevi kamu otoritesini uzun narh listeleri hazırlamaktan, narha riayeti kontrol edecek memur istihdamından, usulsüz ve otorite bozucu tutum ve davranışları cezalandıracak mahkemeler kurmak, ceza dizgeleri oluşturmak vb. pek çok masraflı ve külfetli ayrıntıyı yönetmekten kurtarır. Bu yönüyle pazar ekonomiktir, tasarrufludur.

Ancak bir pazarın en temel unsurları olmadan da pazar kurulamaz; en başta pazarda giderilecek bir ihtiyacın varlığı gerekir, evde bir çuval patates varken gidip 5 kg daha almayız, sonra bir ihtiyacımız olsa dahi bunun pazardan tedarik edilebilmesi gerekir, evde hiç patates kalmamışsa dahi eğer pazara patates gelmeyeceğini biliyorsak yine pazara gitmeyiz, sonra pazarda ki ürünleri satın almamıza yetecek kaynağımızın, paramızın olması gerekir, evde hiç patates yok, pazarda ağzına kadar patates dolu olsa dahi ödeyecek paramız yoksa yine pazara gitmeyiz.. Yani pazarın işleyebilmesi başka pazarlarda işlerin iyi gitmesine, diğer pazarların satıcıları olan bu pazarın alıcılarının para kazanmış olmalarına bağlıdır.

Bu kadar laf salatasının varmak istediği yere geliyoruz, biliyorum epeyce sıkıcı oldu, sorulup cevaplanması gereken soru şudur; içinde olduğumuz hizmet alanı, sektör hangi nitelikleri itibari ile bir “pazar”dır, bir “pazar” mıdır, tabi tutulduğumuz regülasyonlar tabii pazar regülasyonları mıdır, yoksa bu zaten bir “pazar” olmadığından tümüyle keyfi, iradi ve zecri bir regülasyona daha da kısası bir zulme mi tabi tutulmaktayız? Bu zulümden bizar ve şekvacı isek sektörümüz pazarı nasıl teşkil olunmalıdır, bu pazara uygulanacak doğal regülasyonlar neler olmalıdır? Yok eğer bir pazar denetimine de razı değilsek, ne istenmektedir, neye göre istenmektedir, nasıl denetlenecektir?

Pazarın denetleyici ve geliştirici mekaniklerini dışlayan, aslında olmayan ama kamu teşvikleri ile yaratılmış bir talebin, kamu eliyle yaratılmış bir arzın konusu isek o zaman şahsi kanaatim zaten kamunun her türden denetim talep ve uygulamasının meşru ve haklı olduğudur. Eğer pazardan kaçıyorsak başka türden “insani” ve “medeni” olmayan bir mekanik kurguya razı olmamız gerekecektir ve bundan şekvacı olmamız da makul bulunmayacaktır.

Cevaplanması gereken soruları sıralayalım;

1 - OECD rasyolarının %50 üstünde %12 civarında tahmin olunan coğrafyamız engelliğinin ne kadarı bizim hizmetlerimize ihtiyaç duymaktadır?
2 - Var olan alıcı kitle acaba kendi ihtiyaçlarının ayırdına ermiş, ihtiyaçlarını gidermek üzere pazara çıkmış ve rasyonel bir tercihte bulunması umut edilen bir kitle midir? Ya da ne kadarı bu tanım çerçevesine girmektedir?
3 - Eğer kamu bu alanda teşvik edici olmasa idi bu alıcı kitlenin cesameti ne olabilirdi, SSK ve SHÇEK dönemi rakamları nelerdir, genişlemenin gerçek saikleri neler olmuştur?
4 - Gerçekte var olmayan bir talebin suni yöntemlerle yaratılması söz konusu olmuş mudur? Tarama faaliyeti ne kadarıyla tanılama, ne kadarıyla PR faaliyetidir?
5 - Fark edilmemiş gereksinimleri farkındalığa dönüştürmek için satıcı alıcıya gereksinimi dışında bir vaatte bulunmakta mıdır? Maliyetlerin bir unsuru da bu vaatler olabilir mi?
6 - Var olan ya da üretilen gereksinimleri karşılayacak bir arz var edilebilmiş midir? Arz edilenin nicel ve nitel büyüklükleri ile normal bir pazarın beklentileri arasında ne kadar fark bulunmaktadır?
7 - Alıcının satın aldığı için hiç bir ön hazırlık ya da fedakarlık yapmasına (cüzdanına bakmasına) gerek olmayan bir “pazar”da alıcı ne kadar rasyonel davranabilir? Bedava olan aslında israf olan değil midir? (Bu konuda bayramlarda bedava yapılan şehir otobüslerini, “sınırsız” menüsü uygulayan restoranlarla “her şey dahil” konseptindeki otel restoranlarını incelemek öğretici olabilir mi?)
8 - Sağlıkta kullanılan maliyetlere katılım modeli bu alanda da kullanılsa (ama gerçekten kullanılsa, kurum bunu cepten karşılamak “aptal uyanıklığına” başvurmadan kullanılsa) acaba alıcı rasyonalitesi değişebilir mi? Bu uygulama pazardaki “gezinen”, “vakit geçiren”, “birine bakmaya gelmiş olan” kalabalık köpüğünü dağıtabilir mi?

Evet hani denir ya “aklımda hınzır sorular” diye.. Hınzır sorular sorup cevaplamadan bu düzenin bu şekilde devam edip gitmesini umarak kafamızı kuma gömmek sadece bizi yanıltır. Eninde ya da sonunda pazar mekanikleriyle ya da icat edilecek envai usul ve tecziye ile bu alan regüle edilmek zorunda kalacaktır. Kimse verimsiz, “mış” gibi yapılan, amaç ve hedeflerine uygunluk ve erişebilirlik ile maliyet ve kar denetimi olmayan bir yapay sürecin ila-nihaiye sürmesini beklememelidir.. Eninde ya da sonunda ya pazar olacağız, pazarın denetimleri ile düzeleceğiz, ya da kerameti kendinden menkul bir devletlu bizi sopayla düzeltmeye yeltenecek.

Geldik son söze; insanlık tarihinin deneyimlerinden faydalanmak, başkaları nasıl etmiş ise öyle etmeye çalışmak dururken kapitalist bir ülkede kendi mini sovhozlarımızı sürdürmeye çalışmak beyhudedir. Demokrasi, insan hakları ve tabii hukuk içerisinde doğal ve ağrısız yollar dururken rotayı dağlara çevirmek manasızdır. Pazarı ve alıcıyı işin içine kattığımızda bugün hem kamunun hem de bizlerin şekvacı olduğu pek çok problemin izale olacağı kısa zamanda görülecektir.

Gerçek bir pazarın rekabetçi, geliştirici, yenilikçi, rasyonel sağlayıcıları olmak görevi önümüzde durmaktadır. Ne yapsak kaçamayacağımız bu ahire hazır olmamız gerekiyor, böylesi herkes için daha hayırlı olacaktır.


.

Pazarın en temel bileşeni olan ihtiyacın da analizi gerekiyor. Bildiğiniz gibi eğitim ihtiyacı ihtiyaçlar hiyerarşisinde yukarlarda bulunmakla birlikte kendisinden önce gelen daha temel ihtiyaçlardan (gıda, barınma, giyinme vb.) aşağılarda yer alır. Dolayısıyla eğitimin bir ihtiyaç olarak belirebilmesi kendisinden önceki kalemlerde tatmin sağlanmış olmasına bağlıdır. Demek ki bizim pazarımıza gelmesi beklenilen alıcı buraya uğramadan önce diğer pazarlarda ihtiyaçlarını karşılayabilmiş olmalıdır. Dolayısıyla rasyonel davranarak pazarı şekillendirecek alıcının varlığı sosyo-ekonomik gelişmişlik rasyolarının bir neticesi olacaktır. Diğer ihtiyaçları giderilmemiş alıcının pazara sokulabilmesi onun bu nevi gereksinimlerinin bu pazarda en azından kısmi olarak giderilebileceği beklentisinin oluşturulmasına ve artifisyel olarak artık rasyonel tutum alamayacak yapay bir alıcı profili üretilebilmesini gerektirecektir. Bunun pazar mekaniklerini ve kolaylaştırıcılığını berhava edeceğini söylemek dahi gerekmez.

Bizim alanımızda var edilmiş olan sübvansiyonun en zararlı sonucu pazarın bozulmasıdır. Kamunun bir pazar ya da ürün ve hizmeti sübvanse etmesinin o alanda yapay ilişki formlarının ve istismarın yaygınlaşmasına neden olduğu bilinmektedir. (Bir ara size bir artist inek hikayesi anlatırım bununla ilgili olarak, eğlendirici ve öğreticidir.) Kamu bu tip noktasal atışlar yerine cephanesini yokluk ve yoksulluğun toptan giderilmesi hedefine yönlendirmeli ve ihtiyaçların telafisini rasyonel alıcıların ceplerinde yeterli kaynakla gelecekleri pazar mekaniklerine bırakmalıdır.

Çok uzun oldu.. Buraya kadar okumuş olan arkdaşlarıma teşekkürler!

Herkese kolaylıklar dileğiyle,
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.
Şu kullanıcı(lar) Teşekkür etti: gulumse, barisltd ve bu kullanıcının diğerlerinden 2 teşekkürü var

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 10:27 #22

  • ares94
  • ares94 Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Altın Uye
  • Gönderiler: 282
  • Teşekkür Sayısı: 192
  • Başarı: 1
Bir alternatif sistem öneriside ben sunmak istiyorum, bu öneri geliştilebilir sadece kabaca bahsedeceğim, 13 yıldır sektörün içinde olmanın verdiği ve çok fazla kurumla dirsek temasında olmanın getirdiği ( karadeniz ve doğudaki rukumlarıda görme şansım oldu ) bir gözlemi aktarmak istiyorum, öncelikli olarak hem kömür dağıtan, veliye abest tekliflerde bulunan , başkasının öğrencisini almak için eğitim kalitesini değil, farklı vattlerde bulunan, aynı zamanda diploma kiralayan, devamsız öğrencisi çok olan, bir kurum düşünün çevrenizde vardır mutlaka, şimdi birde bütün bunları yapan ama aynı zamanda eğitim kalitesi üst düzeyde olan farklı yöntemleri kullanan sistemli, branş öğretmeni çalışmaya özen gösteren sürekli vaka incelemesi yapan , eğitim çalışmaları olan vs kurum düşünün her ikiside aynı kurumda olan bir kurum geldimi aklınıza, cevap belli yani eğitim kalitesini artırmak için ekstra çaba sarj ediyorsanız ve eğitime bütçe ayırıyorsanız, abuk subuk vaaatlleri karşılamaya gücünüz yetmez, çok basit bir hesapla 5 alan mezunu 3500 tl ( rakamlar temsili ) çalıştırmak var , ama 1 alan mezunu 4 yeni mezun okulöncesi öğretmeni çalıştırıp 5 bin tl tasarruf sağlamakta mümkün, tasarruf sağladığım 5 bin tl yi farklı amaçlar için kullanabilirim...özetle sistemdeki çürük elmalara bakıldığında eğitim standartları düşük olduğunu görmekteyiz, örnek : ali galip hocam tartç hocam barış hocam eğitim standartları yüksek kurumlar onlara desekki velilere kömür dağıtın, yada farklı beklentileri karşılayın, hemen eğitim kalitesi düşer çünkü bir yerden kısmak zorundalar...şimdi önerime geliyorum...


Kurumları sınıflandırmak ( rakamlar temsilidir ) A-B-c A SINIFI 350 TL B SINIFI 550 TL C SINIFI 700 TL

Sınıflandırırken dikkaet edilecek standartlar: alan mezunu sayısı, fiziki yapısı, eğitim standardı, gelişim ve ilerleme raporu, kullanılan tekniklerin bilimselliği, kurucunun ,müsürün niteliği,donanımı, araçların kullanımı vs...bu artırılabilir,ortak akılla belirlenebilir...

ayrıca c sınıfı kurumlar yüzde 20 fark ücreti alabilir vs ( rakamlar temsilidir ) böyle bir tabloda 2 seçenek var ya herşeyi bırakıp C SINIFI OLMAK için çalışacaksın yada doğal rekabet anlayışı içinde yok olacaksın....FİKİRLERİNİZİ BEKLİYORUM.... NOT DEVLETE EK YÜK GETİRMEYECEK ÇÜNKÜ 750 ÖDERKEN DİĞER TARAFTAN 350 ÖDEDİĞİ İÇİN BİR DENGE SAĞLANMIŞ OLUR, ya herkes c sınıfı olursa bu devlete ek yük getirmez mi, diyenler olabilir , oda kolay herkes c sınıfı olacaksa zaten kurumlar azalacak sorunlu öğrenciler elenecek yani toplamda ödenen para değişmeyecek...kazınımlar- devlet kazanıyor istediği oldu, kurum kazanıyor istediği oldu , veli, öğrenci kazanıyor çünkü nitelik artıyor...
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 10:30 #23

  • ares94
  • ares94 Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Altın Uye
  • Gönderiler: 282
  • Teşekkür Sayısı: 192
  • Başarı: 1
NOT: ÖNEMLİ....FORUMUN ABİLERİNDEN YORUM BEKLİYORUM :) BARIŞ HOCAM , TARTANÇ, ALİ GALİP HOCAM ,VE ADINI SAYAMADIĞIM DUAYENLERDEN YORUM BEKLİYORUM :)
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.

SİSTEME ALTERNATİF 20 Mar 2015 10:34 #24

  • experr
  • experr Kullanıcısının Avatarı
  • Offline
  • Yeni Uye
  • Gönderiler: 16
  • Teşekkür Sayısı: 3
  • Başarı: 0
egemenege yazan:
bazı arkadaşların; devam sorununu: bizimle hiç bir ilgisi olmayan, maaşlarını kessinler söylemini "ciddi" bulmuyorum... nasıl bir ilişki kurduklarını hiç anlamıyorum...

sadece devam meselesi üzerine bir "yapı" kuran bu sistem üzerine onlarca eleştiri ve öneri ortada dururken, veya ortaya yeni bir çok öneri sunulma olasılığı varken; engellilerin ve bakımını sağlayan insanların; "maaşları", "bakım ücretleri" üzerinden bir tartışmayı kabul edemiyorum...

yaptığımız işi, sektörümüzü vb. bu kadar "karmaşık" ilişkiler ağı içerinde değerlendirilmesini, biraz "zorlama" buluyorum...

bu zorlamaya bizi iten; yapı ile uğraşmak yerine, bu yapının "zorunlu hizmet üreticilerine" kaçakçı gözüyle bakılmasını sağlayan her türlü önerinin, arka planının iyi okunması gerektiğine inanıyorum...

Anlayamayacak bir şey olduğunu sanmıyorum sadece kendi düşüncelerinize körü körüne bağlanmanıza gerek olduğunu düşünmüyorum. Şuan ki teftişlerinizi düşündüğünüzde öğrencinin gelip gelmediğini kontrol eden ve kazanımlarıyla uzaktan yakından alakası olmayan sadece imza kontrolü yapan bir mekanizma içindeyken çokta ütopyalardan söz etmeye gerek olduğunu düşünmüyorum. Yazılan çizilen ne varsa güzel şeyler fakat bizi kontrol edenlerin algısının o şekilde olmadığını hepimiz biliyoruz. Gelen damar okuma sisteminin ne amaçla olduğu belli devamlılığı kontrol etmek devletin parasının nereye gittiğini bilmek. Uygulamaya belki girecek belki girmeyecek o konu hala muamma eğer girmezse bizi düşman yerine dost olarak görürse ve bize değilde velilere yaptırımda bulunursa her şey herkes için kazançlı olacak. bu dengede öğrenci olan üç ayaklı bir sac. Sen ne kadar kaliteli eğitim verirsen ver devamlılık esas olmadıkça gideceğimiz yer hiç bir yer. Veli için bahane çok ekmek yapar, sos yapar, tarlaya gider, bahçe beller, hayvan güder çocuğunu da yanına alır yapar bunların hepsini. kendi kurumumda ve gözlemlediğim diğer kurumların hepsinin yaşadığı şeyler devam mecburiyeti olmadığı zaman sen ne kadar kaliteli eğitim verirsen ver bilinçsiz velilerin çokta ilgilenmediğini hepimiz biliyoruz..

barisltd yazan:
experr yazan:
Çözüm basit özel eğitime düzenli olarak devam etmeyen bireyin maaşını bezini ve tüm yardımlarını en alt limitten yaparım

Benim velilerimin %99'u ve yardım, ne maaş, ne bez parası, ne başka bir şey almıyor. Onlar ne olacak? :) :)

Bir şey önerdiğinizde sadece belli bir kesimi değil, herkesi kapsayacak nitelikte olmalı. Kaldı ki, bir hakkın kullanımını başka haklarının kullanımına endekslemek doğru bir yöntem değildir.

İki hakkında birbirine bağlantısının sonucunda öğrenci için ayrı ayrı faydalar sağlanıyorsa neden endekslemek doğru olmasın onu anlayamıyorum.. Zincirleme bir iyilikten bahsediyoruz.. Yardım hakları %40 üzeri sağlık raporu olan her engelli birey için var fakat kriterler tutarsa yani bu durum da aslında herkes için gösterilip sonra belli bir kısma uygulanıyor devlet bunu zaten yapıyorken oturupta bunun olur olmazını sorgulamaya gerek yok zaten uygulanıyor.. Benimde neredeyse yardım almayan velim yok hepsi mutlaka bir yerden yardım alıyor alamayanlar ise vergi indiriminden faydalanıyor..
"Eğitimde feda edilecek birey yoktur."
Sadece Kayıtlı kullanıcılar yazı yazabilir.
Sayfa oluşturma zamanı: 0.266 saniye
Sistem Kunena Forum