Sevgili tartanc,
Yazdıklarının hepsi doğru. Bu sektörde öyle veya böyle çalışanından kazık yememiş, oyuna getirilmemiş kurum sahibi sanırım yoktur. Tabi tüm bu yaşananlar birikerek olumsuz bir etki yaratıyor. Aynı şekilde çalıştığı kurumdan kazık yemiş, suistimal edilmiş çalışan da çoktur.
Nasıl ki öğretmenler "içimizdeki kötüler bize zarar veriyor, bunları ayıklayalım" diye bir yola gidemiyorsa kurumların da "içlerindeki kötüleri" ayıklama gibi bir şansı yok.
Burada temel mesele şu. Kurum ile çalışan arasında bir iş ilişkisi var. Kurumun beklentileri var, çalışanın beklentileri var. Asgari müşterekte buluştukları zaman beraber çalışırlar. Buluşamıyorlarsa yollarını ayırırlar. Yok efendim hakkım yendi, o çok verdi, bu az verdi, o eğitimci beni dolandırdı, şu ,bu gibi gerekçeler bu durumu değiştirmez.
Öğretmen arkadaşların sosyal medyada kampanya yürütmeleri veya meclis, milletvekili gezerek bir şeyler elde etmeye çalışmaları da durumu değiştirmez, hatta daha kötüye götürür. Diyelim ki mecliste kanun çıkartıp öğretmen ücreti 5.000TL'den aşağı olamaz dediler. Fiilen bu uygulanamadıktan sonra nasıl bir olumlu sonucu olabilir? Kurumlar ya kapatır, ya personel azaltma yoluna gider. Kalanlar daha ağır şartlarda çalışmak zorunda kalır.
Eninde sonunda herkes, hem kurumlar, hem eğitimciler serbest piyasa şartlarına uyum sağlamak zorunda. Patronun ayakkabı sayısının çalışana faydası olmaz. Önemli olan çalışanın da ihtiyaç duyduğu kadar ayakkabıyı rahatlıkla alabilmesidir. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu ise kurum gelirlerinin artmasıdır. BEn bu sektörde çalışmayı düşünen bir çalışan olsaydım devletin çocuklar için ödediği ücreti arttırmaya daha fazla çaba harcardım. Yasa çıktı diye öğretmen maaşı artmaz ama kurum geliri yükseldiği için artar.