telkin yazan:
barisltd yazan:
İşte benim sürekli anlatmaya çalıştığım temel yanlışlık bu! Sistemi ödemeler veya eğitimin niceliği üstüne değil, eğitimin niteliği üstüne kurmanız lazım.
Bahsettiğiniz konuda yapılacak çalışmaları sıralamak istedim.
1. Öncelikle destek eğitim modülleri sil baştan düzenlenmelidir. Bu modüller çocuğun ihtiyaçları gereksinimleri, akademik becerileri ve bireyin topluma kazandırılması açısından gerekli olan amaçlarla donatılmalıdır.
2. RAM'larda olması gereken uzman personel sayısı, niteliği ve yeterlilikleri konusunda çalışmalar yapılmalıdır.
3. RAM'larda bireyler çok daha detaylı olarak değerlendirilmeli, detaylı ve gerekli tüm testler yapılamalı. Hazırlanan yeni modüllere göre çok daha kapsamlı değerlendirmeler yapılmalı. Önerilecek özel eğitim modülleri bireye fayda sağlamalıdır. Kuruma gönderilen raporlar uygulanabilir olmalıdır.
4. Yukarıda yazdığım bu maddeler profesyonel olduğu taktirde artık kurumların denetlenmesine başlanmalıdır.
5. Eğitimin niteliği konusunda başarısız olan kurumlara rapor yenileme sürecinde söz konusu öğrenci için yönlendirme yapılmamalıdır. o çocuğun belirli bir süre en az 1 yıl tekrar o kurumda eğitim alması engellenmelidir.
Bir kaç notum olacak:
RAM'lerinin değerlendirme süreçlerinin iyileştirilmesi gerektiği aşikar. Ancak bu iyileştirme RAM'lerinin bu günkü organizasyonu ile başarılamaz. Rehberlik hizmetlerine gereksinim duyan bireyin aile, okul ve sosyal yaşamında sürekli ve kayda bağlı izlenmesi mümkün olmadığında en iyi test kitlerini uyarlayıp, standardize edip kullansanız da maksada erişemezsiniz. Bireyin gelişimi hakkında doğal çevresi ile yürütülecek görüşmeler, hakkında serdedilen kanaatler olmadan sadece bir kaç saatlik bir test vasıtasıyla yeterli done toplanamaz. Bu da zorunlu olarak rehberlik hizmetlerinin "sokağa çıkmasını" gerektirir. Öyleyse ülkemiz sosyal çalışmacıların bu süreçlerden uzak bırakılması lüksüne sahip değildir. Öte yandan "rehberlik" işlevinin sahiden yürütülebilmesi için aile, okul ve sosyal çevre ile daha yakın, sıcak ve etkileşimli bir ilişki modelinin bulunması/kurulması gerekliliği de önümüzde durmaktadır.
Özel eğitim ve rehabilitasyon hizmeti alan bireylerin kazanımlarının ölçümlenmesi ve kazanım/maliyet rasyolarının gözetilmesi yoluyla kurumların katma değerinin belirlenmesi çok parlak bir fikir olmakla birlikte istatistiki olarak anlamlı bir örnekleme verisinin oluşabilmesi için uzun zamana gereksinim vardır. Kurumsallaşmanın önüne yığılmış dünya kadar mania yerinde dururken, sektörün personel rotasyon hızları otobüs durağından birazcık hallice iken, el değiştirme, kapatma ve birleşmelerle, isim değişiklikleri bu kadar yoğunken, bu uzun zaman diliminde dahi elde edilecek verinin sıhhati şüpheli olacaktır. Dolayısıyla bu alanda ihdas edilecek bir yönlendirme/yönlendirmeme yetkisinin kolayca amaç dışına çıkması ve şaibe kaynağı haline gelmesi tehlikesi göz ardı edilmemelidir.
Aslında devletçi bakışla, serbest pazarcı bakış arasındaki ayrım da buradadır. Serbest pazar nihayetinde sadece ekonomik süreçlerin vulgarize edilmesine, basitleştirilmesine ve ekonomi öğrencilerinin pedagojik gereksinimlerine hizmet etmeye yarayan hipotetik bir modelden ibarettir. Gerçeklikte "pazar" her zaman kamu otoritesinin regülasyonuna tabidir. Regülasyonun cesameti, yaygınlığı, niteliği bir "pazarı" diğerinden ayırır. Regülasyonu sınırlayacak ve pazarı otomatik olarak regüle edecek olan şey rekabet ve rekabetin sunduğu seçenekleri değerlendirebilecek bilinçli tüketicinin varlığıdır. Rekabet ise ancak gereksinim duyulan mal ya da hizmetin gereksinim duyulandan bir parça daha fazla temin edilebilmesine muhtaçtır. Ancak böyle bir "bolluk" ortamında tüketici meşru seçeneklerle karşı karşıya kalır ve tercih kullandıkça bilinçlenir, bilinçli bir tüketici olur. Henüz elimizde sağlam veriler olmasa da 2002 yılında Başbakanlığın yayınladığı rapora göre %12 nispetinde bir engelli populasyonunun varlığını çıkış alırsak ve ülkemiz nüfusunun demografik dağılım oranlarını engelli populasyonuna yansıtırsak sadece eğitim çağında olan engellilerin sayısını 1.500.000 - 2.000.000 arasında buluruz. Buna normal eğitim çağı dışında olup özel eğitime gereksinim duyan "yetişkin" engellileri de katarsanız bu sayı daha da büyür. Oysa ki eldeki kapasite en iyimser tahminlerle 350.000 - 400.000 aralığında bir yerlerdedir. Bu oransızlık rekabet, rekabet yoluyla meşru tercihlerin yapılabilmesi ve bilinçli tüketicinin zuhurunu engeller niteliktedir. Dolayısıyla "pazarın" oto-regülasyon yoluyla düzenlenebilmesi mümkün olamamaktadır. Devlet bu açığı (çoğu kere hukuka, mantığa ve işin ontolojik kökenine aykırı olarak düzenlenmiş mevzuat üretimiyle) kamu regülasyonunu arttırarak kapatmaya çalışmaktadır. Ancak burada ortaya çıkan tehlike alanın nispetsiz sıkılaştırılmasının alana girecek müstakbel girişimcileri ve alanda bulunanları caydırıcı olmasıdır. Bu durum alanın giderek küçülmesine, arz ve talep oransızlığının büyümesine, her şeyin bir alıcı bulduğu pazarın satıcılarının hoyratlaşmasına ve doğal olarak kamu regülasyonunun daha da hoyratlaşması ve büyümesine yol açacaktır.
Çare en baştan engellilik gerçeğimizle sahici bir yüzleşmeye girişmemiz ve bunun günümüz ve yarının toplumu için taşıdığı risk ve maliyetleri doğru kavramamız, engelliliğin rehabilitasyonunun fayda/maliyet rasyolarını doğru anlamamız ve kendi kuşağımız için değil, çocuklarımızın ülkeyi yöneteceği zamanlar için bir projeksiyon üretebilmemizdedir. En başta; gerçekçi olarak belirlenmiş ihtiyaca uygun eğitimci eğitiminin önü açılmalıdır. Alanın multi-disipliner yapısı gözetilmeli ve alanda olması gerekli tüm meslek dallarının eğitim süreçlerine engellilerle çalışmanın temel teorik ve uygulamalı alt yapısı dahil edilmelidir. Tüm sosyal alanlarda olması gerektiği gibi bu alanda da girişimciyi özendirecek mali, hukuki ve diğer teşvikler var edilmelidir. En büyük öncelik kapasite artımına verilmeli, üretilecek kapasitenin kendiliğinden alanı düzenleyecek kurallılığı üreteceği iyi anlaşılmalıdır. Ucuzculuğun toplumsal maliyetinin ne kadar yüksek olduğu görülmeli, yapılan işin niteliğine ve beklenilen toplam faydaya uygun bir kaynağın tespiti sağlanmalıdır. Bu kaynağın oluşmasına her ahvalde engelli bireyin ailesinin katılması sağlanmalıdır. Tüketici (yada insan) davranışlarına göre bedava olanın israf olan olacağı bilinmelidir. Katılmayanın umursamayacağını görmeliyiz.
Bugünkü şekliyle engelli rehabilitasyonu hizmetlerinde bir modelin tükendiğini ve bir devrin kapandığını söyleyebiliriz. Ancak bu otomatik olarak daha iyiye gidiyor olduğumuz anlamını taşımaz. Devletin tek başına çözemeyeceği kadar geniş bir sorun alanında bulunuyoruz. Devlet, toplum, bireyler ve kurumlar kendi kamusal, toplumsal, bireysel ve kurumsal sorumluluklarına sahip çıkıp katılmadan bu alanda olumlu değişimler üretilemez. Çince'de fırsat ve kriz aynı kelime ile ifade edilirmiş. Belki de doğru olanı sahiden de budur. Nedenleri hakkında yıllarca tartışsak da sonuç alamayacağımız bir kriz (fırsat) ile karşı karşıyayız. Buradan yola çıkıp, sahiden kendimiz, toplumumuz ve gelecek kuşaklar için "mış" gibi yapmayan, rasyonel, gerçekçi ve insani bir "yeni düzen" kurabilmeyi becerebilirsek, çocuklarımız tarafından istihza konusu yapılmaktan belki kurtulabiliriz.
Kapitalistlerin hırsları, bürokrasinin haset ve dar görüşlülüğü, çalışanların zor bulunur olmayı değerlilik sanan şımarıklığı, ailelerin sadece oy sahibi olduğu için her şeyi devletten bekleme hakkına sahip oldukları yanılgıları vb. bir milyon şey bizi yıldırmamalıdır. Kazanılacak olanın cesameti yanında kaybedilenlerin sözü dahi edilmeye değmez.
Herkese sabırlar ve kolaylıklar dileğiyle,